BİLİMKURGUCU BANA BAK SENİNLE POLEMİĞE GİRMEK İSTİYORUM


Bu yazının yazılması olabildiğince geciktirildi tarafımdan zira bu yazı ile yapmak istemediğim iki şeye zemin hazırlayabileceğimi düşünüyordum. Birincisi, hiç de olmadığım halde bir bilimkurgu, ve hatta Türkiye de bilimkurgu, uzmanı olarak anlaşılıp bunun üzerinden eleştirilmek, ikincisi de yazının içeriğindeki bazı noktalar sebebi ile bir tür cenaze merasimi düzenlediğimin düşünülüp “hayır bilimkurgu ölmedi, ölemez” nidaları ile karşılanmak. Ama hayır hasbelkader bu yazı ile buluşan okuyucu; Brütüs ün de -bilimkurgu okusaydı- diyeceği gibi ben buraya bilimkurguyu gömmeye değil övmeye geldim.

Ama önce böylesi bir abuklamaya niçin ihtiyaç duyuldu onu özetle anlatalım. Bu derginin de doğmasına sebep İzmir kaynaklı bilimkurgu oluşumunun temelleri bundan birkaç yıl önce birkaç cidden çok iyi adam tarafından atıldı. Her ayın son pazarı bin bir zahmet ve çile ile insanlar bir araya geldi bilimkurgu okudu ve bilimkurgu tartıştı. Toplantıya bir şekilde gelip gidenlerin sayısı yüz kusuru buldu, ufacık kitapçı dükkanında oturacak yerin bulunamadığı toplantılardan son zamanlarda birkaç üyenin bir araya geldiği ufak toplantıcıklara gelindi. Ve bir süre sonra toplanmanın bir amacının kalmadığı ve bir müddet ara verilmesi gerektiği konusunda hüzünlü ama sessiz bir uzlaşmaya varıldı. İzmir de olanlar ilk değil, son da olmayacak muhtemelen. Yıllar önce Ankara da benzer toplantıların olduğunu ve zaman içinde son bulduğunu biliyoruz. İstanbul da ısrarla toplanan bilimkurgu sevenlerin eski heyecanının kalmadığını ve toplantıların tadının kaçtığını duyuyoruz. Peki nedir o zaman bu veba korkusu, bu fakirleşmenin sebebi, aman yarabbi yoksa her şeyin sonunun geldiği geç modern zamanlarda bilimkurgunun da mı sonu geldi demeyelim yazının sonuna kadar sabredelim.

Bu konuda kiminle konuşsanız dertli ama kişisel çekişmelerin, uzlaşmazlıkların, amaç birliksizliğinin çok az rolü olduğunu düşünüyorum ben bu işlerde. Öncelikle ve en başta şuna inanıyorum, bilimkurgu yalnız insanların sığınağıdır, bilimkurgu yazan da okuyan da yalnızdır. Ama öyle böyle bir yalnızlık değil bu, kalabalık arttıkça etrafta, insanın kalbini burkarcasına artan bir yalnızlık. Birlik olundukça, bir araya gelindikçe, insanın sığınmak istediği sıcacık bir yalnızlık bu. Gerçek ile uzlaşamayan, gerçek gibi görünenden köşe bucak kaçan bir yalnızlık. Sadece kendi kendisi ile paylaşan, paylaştıkça yalnızlığını çoğaltan, yalnızlığı ile çoğalan bir grup huzursuz ruh bilimkurgu okuyanlar. Bu sebeple de bir araya gelmemesi, bir araya gelip de büyüyü bozmaması gerekir hakiki bilimkurgucunun. Yoksa hiçbir bilimkurgu seven yoktur ki şöyle arkadaşlarla bir pazar piknik yapalım mangalları getirelim, top getirip maç yapalım diyesi olsun.

Sonra bilimkurgu dünyanın neresine bakarsanız bir alt kültür meselesidir. Yani zamanında türlü türlü ecnebi memleketlerde halk sınıf sınıf bölünmüş, her sınıfın kendi kültürü sanatı olmuş, parası olan ana akım sanatı biçimlendirmiş, zenginleştirmiş, olmayan ve parası olanların o kadar parası olmamasını isteyenler de kendilerine göre alttan alta bir kültür sanat biçimi geliştirmişlerdir. Bilimkurgu işte bu hiç üste çıkıp da sevinemeyen misyoner pozisyonlarının mutsuz muhatabı olmuştur. Bilimkurgu bir yer altı tecrübesidir, yerüstünün gönüllü terki durumudur ki bu öyle kolay kolay hazmedilecek bir olay değildir, en başta üç beş kişiden fazlasını kaldırmaz hemen bölünür sonra yine bölünür ki çok büyüyüp de yer altından taşmasın, yer üstünün rahatına ve konforuna alışmasın. Ama canım Türkiyem gibi yer altı ile yerüstünün bir birine karıştığı, sıklıkla göz kırpıştığı ve balkon flörtü yaşadığı hiç modern olamadan postmodernleşmiş vatan köşelerinde öncelikle belki bir alt kültür nedir, ne değildir onu konuşmak halletmek gerekecektir. Alt kültür olayını ana bana zengin kolej çocuklarına bırakırsanız, sora maazallah ilk fırsatta kola şenliklerine müsamereci olur, aslında canon dediğimiz olayın bir fotoğraf makinesi markasından ibaret olduğunu söyler, sanatsal üretimin her şeyden önce ve nihayetinde bir üretim olduğunu ve temel üretim tüketim ilişkilerinden azade olamayacağını unutarak (ve belki de hiç duymadığından) fırsat eşitliğinden ve çok çalışarak kapıları zorlayabileceğinizden bahsetmeye başlar. Bilimkurgucu, elbette hayal kurar ve soytarı misali gerçekliğin yap bozu ve alt üst edimi ile iktidarı zorlar. Ama alt kültürün altta kaldığı sürece kültürlü olacağını bilir ve bu sebeple de boş hayale karnı toktur, çoğalmayı yayılmayı amaçlamaz, herkesin bilimkurgu okuyacağı bir gelecek düşlemez, aslına bakarsanız herkes de okumasın ister onun okuduğunu. Çünkü küçük harfle kültür dediğimiz şey ne kadar toplumsal bir varlık gibi görünse de temel de kişiseldir. kültürün kişiselliğidir onu kalıcı yapan. Bilimkurgu bu sebeple de en kişisel kültür ürünüdür ve öyle çok paylaşmaya gelmez.

Çok uzatmadan toparlayalım. Bilimkurgu macerası bu ülkenin isteriz ki uzun soluklu olsun. Çok basılsın çok okunsun çok seyredilsin. Ama bilimkurgu okuyan da ne okuduğunu bilsin. Biraz terbiyeli olsun susanna tamarro ile leo buscaglia ile aynı rafa koymasın okuduklarını. Herkes gidiyor benim neyim eksik diye matrix kuyruklarına girmesin saatlerce, o adam kara kostümler içinde niye hırıltılı konuşuyor demesin filmden çıkınca. Bir araya elbette gelsin ama çok şey beklemesin çünkü bilsin ki mutlu aşk zaten yoktur ve bilimkurgu topluluklarının da rotary kulüplerinden bir farkı vardır. Her var olan zaten yok olmak üzere kurulmuştur ve bir zamanlar akil adamların söylediği gibi bilimkurgu yok oluşunun ayırtına vardığı derecede var olabilir ancak. Bu sebeple çok yaşasın bilimkurgu ama bilsin ki ölüm yakındır ve birlikte paylaşılan her an gözyaşlarının yağmura karıştığı gibi zamana karışacaktır.

murat g.