KÖTÜLÜĞÜN ŞEFFAFLIĞI

Suçu, bir karnaval yada bir sanat eseri olarak ele almak mümkün mü? Gündelik, sıradan işleyişinde mantığımız bu soruya genelde –hayır- yanıtını verecektir.

Ama bu soruya –evet- yanıtını verecek çarpışık akıl yürütmeler ve sıra dışı mantık düzenleri mutlaka vardır. Graham James Ballard’ın ki bunlardan biri, hatta ilk akla geleni olacaktır. 55 yıllık edebiyat (ve tabi ki BK) serüveninde Ballard hep sıradan, günlük akıl yürütme anlayışımız, mantığımız ve kodlarımız dışında zihinsel ve dilsel bir tuhaf diyalektik oluşturdu.

Kendine özgü vahşi mizahı, sıra dışı cinsel temaları ve şiddetiyle gerçek üstücülerin amaçladığı bilinç dışını ifşa etme çabasının takipçisi oldu. Daha 1962’de yayınlanan “Drowned World” (Batan Dünya) romanında kışkırtıcı, provatif bir söylemi benimseyerek klasik BK okuruyla arasında ki gerilimi başlatmıştı. Neredeyse tüm BK yazarlarının nükleer tehlike karşısında top yekün yıkımı engelleme yönünde eserler ürettiği bir süreçte, Ballard Drowned World ‘de yıkıma karşı savaşan değil, felaketle ittifak yapan bir karakter üzerinden romanını kurgulamıştı. Bu romanla klasik BK çevresinden, yaşam yada hümanistlik karşıtı gibi sert eleştiriler almıştı. Fakat 2. Dünya Savaşında toplama kampı, ardından tıp ve ordu dünyası gibi şiddete açık ortamlardaki yaşam deneyimleriyle yazım tarzını belirlemiş olan Ballard için, sıradan ahlaki iyi-kötü ayrımları çok fazla bir anlam ifade etmez. O hep modern gündelik hayatın gizlediği şiddet, cinsellik ve iktidar ilişkilerinin karanlık mikro dünyalarında gezinmeyi adet edinmiştir.

Ballard’la klasik BK çevresi arasındaki bu gerilim, günümüze kadar süre geldi. Sadece 1964’te Drowned Giant öyküsü ile Nebula BK ödülüne aday olsa da, klasik BK çevresinin hiçbir ödülüne Ballard layık bulunamadı. Zaten, “Crash” (Çarpışma) ile başlayıp, son 15 yılda yoğunlaşan geleneksel edebiyatla BK arasındaki duvarı yıkma ve geniş tabanlı bir BK söylemi yaratma çabası, klasik BK çevrelerini Ballard’ın “artık bir BK yazarı sayılamayacağı” sonucuna vardırdı. Ayrıntı yayınlarının 2001 yılı içinde ard arda bastığı “Cennete Koşu” ve “Kokain Geceleri” romanlarını BK referansı yerine “edebiyat” ibaresi ile yayınlaması, Ballard yazını konusundaki karmaşayı yansıtıyor. Ballard’ın provakatif ve ayartıcı bir mantık dizini ile kurguladığı “Kokain Geceleri”’nin temalarını ve BK mantığını, yine yazarın BK literatürüne kazandırdığı “iç uzay” ve “şimdiki gelecek” kavramları doğrultusunda ele alacağız.

-Suç ve Hazzın Ayartıcılığında-

Marki de Sade açığa vurduğundan beri, suç –iktidar- haz üçgeninin, burjuva toplumunun, tüm ahlaki söylemlerine rağmen içinde geliştiği gün ışığına çıkmıştı. Sistemin mantığı içindeki sosyologlar, psikologlar ise sürekli suçun kökeni mülksüz sınıflarda arayıp durmuşlardır. Pasolini , Bunuel, Lynch gibi sinemacılar ve birçok edebiyat eseri suçun gerçek kökeni ve onu oluşturan toplumsal ahlaki koşulları derinlemesine tahlil etmişlerdir. İngiliz yazar Antony Burges’in S. Kubrick tarafından da sinemaya uyarlanan BK klasiği “Otomatik Portakal” (Clockwork Orange) romanı suçun belli bir grup yada katmanda değil, tüm toplumdaki hakimiyetinin altını çizer (Suçlu- hükümet mekanizması , güçlü-güçsüz, zengin-fakir).

Ballard’ın “Kokain Geceleri”’nin kahramanı Prience ‘te ilk başta gelişen suç kültürüne ahlaki bir mesafeyle baksa da, sonradan suç-haz- iktidar formülünün “ayartıcı” çekiciliğine kendini kaptırır. Olaylar, sorunlu aile hayatında sürekli kardeşi Frank’e babalık yapıp, onun küçük suç ve hınzırlıklarının sorumluluğunu üstlenen Prience’in, kardeşi Frank’in otel işlettiği İspanya tatil şeridinde tutuklandığı haberini almasıyla başlar. Kardeşinin bir yanlışlık sonucu hapsedildiği ve onu bir an önce kurtaracağı düşüncesiyle yola çıkan kahramanımız, Estella Demar sahil şeridine geldiğinde işlenen suçun ağırlığı ile sarsılır. Ortada dehşetengiz bir zekanın kundakladığı bir villa ve beş ölü vardır. Ve Frank’in suçu üstlenmesi ile kaza yada intihar ihtimali gündem dışı kalmıştır.Bölgedeki herkes sakin bir insan olan Frank’in suçu itirafı, huzurlu bir kıyı şeridinde böyle bir suçun işlenmesi karşısında şaşkındır. Estella Demar, sakinlerini genç yaşta emekli olmuş Avrupalıların oluşturduğu bir tatil beldesidir. Tıpkı Ballard’ın “Yakın Geleceğin Mitosları” kitabındaki “Harika Vakit Geçiriyoruz” öyküsündeki gibi, Estella Demar’da kültür, sanat, spor, eğlence etkinlikleriyle içiçe bir yaşam hüküm sürmektedir.

Kahramanımızın, sakin görülen bu coğrafyada tanık olacağı saldırı, tecavüz, sabotaj, fahişelik, uyuşturucu trafiği gibi yeraltı faaliyetleriyle birlikte, cinayet üzerine şüpheleri artacaktır. Prience bir yanda cinayeti çözüp, kardeşini kurtarmaya çalışırken diğer yandan E. Demar’ın suçu bir gösteri sanatı haline getirmiş tuhaf insanlarının gizemli ve sapkın çekiciliğine kendini kaptırır. Diğer komşu ölü sahilleri kaplayan durgunluk aksine, Estella Demar’ı canlandıran şiddet, sex gibi aşırılıklar yakın geleceği kapsayan geniş bir alternatif toplum yaratmaktadır. Daha kitabın 20. sayfasında, Frank cezaevi görüşmesinde abisine “Burası Avrupa’nın geleceği, çok yakında her yer burası gibi olacak” der. Romanın akışında Estella Demar’ın geleceğin çehresini bugünden oluşturup, sürekli yayılan bir mikro laboratuar şeklinde ele alınır. Gelişmiş dünyanın hükümetlerinin, insanları neredeyse hiç çalışmayacak şekilde teknolojik bir yaşamın durgunluğuna, ölgünlüğüne bırakmasına karşı “Gelecekteki tüm boşta gezer toplumların bir prototipi” halini almıştır. Ballard dil, ideoloji gibi büyük söylemlerin ölümünün ilan edildiği post-modern çağa uygun olarak geleceği değil , geleceğin nüvelerin bugünden oluşturan bir suç imparatorluğunun gelişimini aktararak, farklı bir Bilim Kurgu mantığı oluşturmaya çalışır.

Sanat ve suçun iç içe ilerleyişinde , uygarlığı geliştiren insanları ölü uykusundan canlandırıp harekete geçiren sapkın bir çekicilik vardır. Herkes benzer günahları kendi zihninde işleyerek görünmez suçlar işler. Önemli olan, insanların içlerindeki karanlık yaratacalığı tetikleyip, öne çıkarmaktır. Estella Demar’da bu işi üstlenen tenisçi Boby Crawford’dur. Küçük yaşlarda babasının kayış dayaklarından haz alıp, onu suçlamayan Crawford genç yaşta militarizmin işkence ve rüşvet dolu kokuşmuş dünyasında, mazoşizmin ardından sadizmin hastalıklı zevkini alır. Estella Demar’daki suç sendikalarıyla ilişkiye geçtiğinde o zaten haz-suç-iktidar üçgenini kanıksamış ve diğer insanları sanat, spor ve suçla uyandırmaya hazır haline gelmiştir.

Ballard, romanda sık sık gönderme yaptığı Kafka ‘nın Dava’sının sanığını “harikalar ülkesine” göndererek, suçluluk duygusunu bertaraf eder. Bir gizemli polisiye atmosferiyle “near future-yakın gelecek” BK ‘sunu birleştirerek, çarpıcı bir anlatım yaratan romanın sırrı ve heyecanı 309 sayfa boyunca devam eder.

Ballard’ın romanı 11 Eylül sonrası suçu, şiddeti ve saldırganlığı; ezilmişlere, mülksüzlere, cahil bırakılmışlara yükleyip, “sonsuz adalet” çığırtkanlığı yapan kesimlere bir cevap teşkil eder. Suçu mülksüzlere yıkıp, “medeniyetler çatışması” gibi ucube görüşlerin teorisini yapan egemenlere, suçun gelişkin burjuva toplumdaki köklerini hatırlatır. Tıpkı Stephen King’in, 11 Eylül sonrası okullarında katliam yapan wasp kökenli öğrencilerin, ikiz kuleleri yok etme planları yaptıklarını hatırlatması gibi. Marx’ın söylediği gibi burjuva dünyanın karabasanları, onun gün ışığı altındaki hayat tarzından kaynaklanmaktadır.

RAFET ARSLAN