Kurgubilim – Kurgu-Bilim – KB – in Hikayesi

Bu yazimda sizlere kurgubilim tarihini ve/ya hikayesini anlatmak istiyorum. Isin geyigine de kacacagimiz icin simdiden türk sanat/ci tarihinin en geyik cümlesiyle baslamak istiyorum: Ben kendimi bildim bileli kurgubilimle (müzikle, resimle, vs.) ugrasirim. Ilkokuldan önce, oturdugumuz evin tuvaletinin disarda olmasi nedeniyle, disariya cikmaya korkardim aksamlari, ama bu sayede, beni korkutmaktan sadistce zevk alan ablam yüzünden, kurgubilimle tanistim. Ilginc bir sekilde ablam bana, canavar, öcü vs. gelecek dememisti, onun yerine uzaylilar gelirler, seni alirlar ,dedi, ve ben o andan itibaren sadece bu uzaylilari düsünmeye basladim, komik olarak hep cirkin, iri-yari, tehlikeli yaratiklar olarak düsledim onlari. Sanirsam gayri-ihtiyari, bilinmeyeni böyle tanimladim. Bu insanin geregi mi yoksa? Bilinmeyen hep cirkin, korkunc, tehlikeli, hesaplanamaz ve farkli mi?

Evet bu olgu insani hep takip etmis, bilinmeyen hep mesgul etmis, onu tanimlamaya, siniflandirmaya ve zayif yanlarini da bulmaya ve onu yenecek, yokedecek yöntemler ve yollar bulmaya itmistir. Bense bu siniflandirmayi simdi daha da derinlestirip, sizlere anlatmaya calisacagim. Sezdiginizden eminim simdi, evet politiklesmeye basladi yazim, dediniz bu söylemi tanirim, dediniz, evet kesinlikle anladiginiz sey dogru. En bas kural sudur, kurgubilim politiktir. Olabilecek en politik edebiyat türüdür desem, abartmis olabilirim, ama kurgubilime fazla deger biri olarak, sanirsam, kendime abartma izni verebilirim. Guliver bile kurgubilimi bilerek ve isteyerek politik olarak kullanmistir, örnek verecek olursak. Örnek vermek de gerekli, cünkü anlamayi kolaylastirir: Memnun olmadigi politik düzenii, sosyal düzeni, bilimsel düzeni hikayeleri, seyahatleri ile yermistir. O zamanin politikacilarini, bilimadamlarini, insanlarini bu sekilde hissttirerek ve kendini tehlikeye atmadan yermistir. Ve Kurgubilim tarihi boyunca bu sürekli böyle olacaktir.

Seyahat bilimkurgu nun köküdür, belkemigidir, özüdür desem de abartmis olmam.Geziye cikan geri gelir, vatana dönüsü mutlaktir, geri döndügünde ya kendisi cok degismistir ya da eski vatani, ama geri dönüs bakidir. (Ödipus da geri döner, belki o zamandan beri geri dönüsler moda olmustur).

Geri dönmeyen iki karakter tanirim, ikisi de delikanlidir: Nemo ve Tarzan. Ikisi de dönmez, dönenle de görüsmez. (Fakat burada tekrar konuyu bölmem gerekecek, Tarzan iyi bir insanken, Nemo ne iyidir, ne kötüdür, ya da her ikisidir, böyle insan bulmak da cok zordur, o yüzden Nemo cok özeldir). Son zamanlarda hep bu ikisini topluma kazandirmaya calisan hikayeler yazilmis ve filmler yapilmistir ama itibar görmemistirler.(Anakin bile eski gezegenine geri döndürülmüstür ve bu onun sonunun baslangisidir.) Bunu bir yere yaz.

Ama seyahat cift yönlüdür, beyaz adam gider gezer fetheder, space opera olur ya da diger dünyadan yabancilar gelir ve buralari gezerler ve fethederler, invasion, olur. Bu da benim inceleyecegim ilk tür olsun. Bunu tanimlayan terimler ve benim cocukkenki korkuma benzer korkulardan türetilmis terimlerdir, ben yaparsam iyi olur fethetmek, digeri yaparsa kötü olur, cünkü en iyi, en gelismis, en olumlu özellilere sahip olan benim. Bu Hacli Seferleri zamaninda da böyleydi, simdi de böyle.

Seyahat (gezi) edebiyatini sevmemin en önemli nedeni de sanirsam budur. Kütüphanemde en azindan 30 kadar seyahat/ani kitabi vardir ve bunlari okumak, en azindan kurgu-bilim kitabi okumak kadar zevk verir bana. Johannes Schiltberger adli Alman'in Osmanli ülkesi ve orada yasayan halklar ve orada yasayan fantastik canlilar hakkinda yazdiklari, en esasli kurgu-bilim/fantastik yazi edebiyati meraklisini bile dumura ugratabilecek kadar delikanlidir. (Türkler ve Tatarlar arasinda – 1394 – 1427 – Iletisim Yayinlari)

Kurgu-bilimin diger edebiyat türlerinden en büyük farki, bu edebiyat türlerinin ögelerini özümleyip kullanabilme yetenegidir. Seyahat dedim, hep var, bu seyahat, sosyal hicivle iliskilendirilir (Pohl/Kornbluth – Space Merchants), veya cinayetle iliskilendirilir (Alfred Bester – the demolished Man – bir nokta daha Bester benim icin kurgu-bilimtarihinin en iyi kitaplarindan birini yazmistir, Tiger Tiger, The Stars my destination – intikam ve kan), veya askeri propaganda ile iliskilendirilir ( Heinlein – Starship Troopers ), veya westernle iliskilendirilir, (Space Cowboys filmi adi üstünde)

sosyalizmle iliskilendirilir (Le Guin – Dispossessed) (bu kitabi iki kere okumusumdur, özel bir kitap oldugunu düsünmüyorum ve sanildiginin aksine sosyalizmi bariz kötüleyen bir kitaptir görüsündeyim).

Bu ufak konuyla cok ilgisi olmayan bilgi tomarindan sonra, space opera ya gelebiilirim sanirsam:

Space Opera önemlidir, hacli zihniyetinin devamidir. Heinlein'in Starship Troopers kadar sövenist, militarist, totaliterist bir eser cok az bulunabilir. Filmini izlemisinizdir muhakkak, yazari kadar kafasi karisik olan yönetmenin, hiristiyan sembollerinin yaninda, nazi sembollerini bir potpuri olarak kullanmasi, beni efkardan efkara sürüklemistir, kovboylarin kalede sayica üstün kizilderililere veya haclilarin türklere karsi savunduklari kale metaforu cok cok önemlidir.Burada da bir ayrik otundan bahsetmek lazimdir, adi The Martian Chronicles dir ve Ray Bradbury'nin cok ilginc bir eseridir. Bu eser de Space Opera olmakla beraber, sömürgelerde uygulanan soykirima karsi melankolik bir yorumun örnegi olarak pekala okunabilir.Ama bu cok nadiren karsimiza cikan bir örnektir.

Diger bir örnek ise Catherine Maclean'in “Unhuman Sacrifice” (1952) romanindaki diger bir gezegende yasayan irki hiristiyanlastirmaya calisan dünya misyonerleri, sonunda bu irkin yokolusunu da hazirlarlar.Bu iki ayriksi örnekten sonra seyahatimize devam edebiliriz sanirsam.

Emperyalist anlayisin ürünü olan uzay destanlari ya da bunlarin benzeri yapitlarda, dünyadan giden öncülerin karsisina cikan alienler, yari bitkimsi, yari hayvansi, ya da extra yetenekleri olan canlilaridir, ucarlar, telepatik gücleri vardir, genellikle ayiran yönleri vurgulanir da vurgulanir, kimi zaman sosyal acidan, WASP'in kabul edemiyecegi bir seksüel yasamlari vardir, ya da kadin erkekten cok daha etkindir, siyasal yasamdaki farklar da vurgulanabilir, despotik olmasi sart gibidir diger uygarligin, sanki despot kelimesi avrupa menseli degilmis gibi, hep bu kelimeyi kullanirlar, hala reel politikada da. Yaniti acik olan tek soru, WASP'in kültürü mü yoksa “yabanci” nin kültürü mü üstündür sorusudur ki, yaniti cogunlukla bastan bellidir, belli edilir. Burada hemen Oryantalizm-Sarkiyatcilik konusuna bir deginmek isterim ki, bence kurgu-bilim (evet bilimkurgu degil, kurgu-bilim) okurunun bilmesi gereken diger bir politik daldir. Kitapcilarda Said, Thierry Hentsch, Rana Kabbani gibi yazarlarin bulunmasi ve okunmasinda büyük yarar vardir, cünkü kurgu-bilim, hep dedigim gibi, politiktir ve Zeitgeist'i yansitan en iyi edebiyat türüdür. Bu konuya da gelecegiz.

Kurgu-bilimin derdi, tutarli bir gelecek tahmini yapabilmek degil, icinde yasanan dönemin sorunlarinin kendince üstesinden gelebilmektir. Kendince üstesinden gelebilmek de, dedigim gibi kacmak-seyahat etmekle olur, bu yüzden kurgu-bilim de kacanlarin, seyahat edenlerin sevdigi ve tutundugu bir edebiyat türüdür.

Ilk örnek Georges Melies'nin Le viyage dans la lune'dur (aya yolculuk,1902). Jules Verne'in De la terre a la lune (1865) ve H.G. Wells'in The first men in the moon (1901) romanlarindan yola cikmistir. Ilk örnektir, komiktir, deneme seklindendir, yanilma olmustur, ama o zamanki sinema seyircisi eglenmek istiyordu, bu yüzden de eglendiricidir. Otomobilin de kesfinden sonra, hizlanan yasam, Walter Booth (ingiliz yönetmen) un The “?” Motorist filminde bir sekilde aynada gösterilmistir, ne demistik, Zeitgeist.

1910'da, 1903'te cevirdigi The great Train Robbery filmiyle ilk “gercek” Western filmini yapan Porter, A Trip to Mars'i cevirmistir (Western ve Kurgu-Bilim etkilesimi ve uyumu).Bu filim aydaki agac-canavarlarla güresen bilimadaminin hikayesidir. Bu filim de komiktir. Bu arada birinci ve ikinci dünya savaslari dünyayi etkilemistir, tabii ki kurgu-bilimi de, ama bu simdiki konumuz degil.

1930-1950 yillari arasindaki zamanda inceleyecegimiz ilk filim ise Things to come'dir. Yönetmen Menzies ve Wells'in ortaklasa yazdiklari kitap, seyahatin bir yere degil, zamanda ileriye dogru oldugu bir kitaptir. Wells'in sosyalist icgüdüleri ile olusan hikayedeki kapitalizm, totaliterizm ve ikinci dünya savasi, gercek dünyadaki eslerinden de asagida kalarak, gercegin ne kadar aci oldugunu o zamanki,bunu anlayabilecek seyirciye ilk uyari olarak vermistir. Ayrica efektleri sadece King-Kong tarafindan asagilanabilmistir o zamanlarda. Ama aya yolculuk da bu hikayenin sonunda tekrar kaleme alinmis, ve kacmak yine bir cözüm olmustur.

Otuzlarda Amerikan filimleri, genellikle Mad Scientist etrafinda dönmüstür cogunlukla.

Ama 1938'de radyodan bir Invasion haberi alan amerikali medya izleyicileri, New Jersey'e inen uzay gemisinin haberini aldiktan sonra, büyük bir panige kapilmislar, gizlenecek yer aramaya baslamislar, marketleri yagmalamislar, telefonlari kilitlemislerdir. Halbuki Orson Welles'in okudugu bir kurgu-bilim kitabindan, Wells'in Dünyalar Savasindan baska birsey degildir. O zamanlardaki “savas korkusu” invasion olarak geri dönmüs ve halki birkac dakika icinde felc etmeye yetmistir. Zeitgeist.

Bu arada Flash Gordon'u da anmak gereklidir. Hemen hemen 30larin ikinci yarisi ve sonlarindan sonra ilk önce Mars'i daha sonra da Kainati ele geciren, gezen gelen Gordon, cinselligi de kesfediyordu. Seksi kahraman ve seksi kiz arkadasi, daha sonralari, Galaktika'da, Star Wars'da, Matrix'de de karsi cikacak, her basarili erkegin arkasinda, bir kadin durur (bazen de durmaz, hareket eder) geyiginin kurgu-bilime uygulanmasini kolaylastiracaktir. Bu diziyle western ahlaki ve mitosu kurgu-bilimle birlestirilecek, ve space cowboy yaratilacak ve artik kurgu-bilim all-american olacaktir, all-american-hero'larla birlikte.Tabii ki Flash Gordon aslinda bir deryadir, oryantalistler ve tarihciler icin bir deryadir, sinirsiz bir kaynaktir.

Savastan sonra 1945-1950 yillari arasinda kurgu-bilime bir ara verilmistir.

50ler Space Opera nin gelistigi yillar olmus, olgunlasmaya baslamistir. McCarthy zamaninin anti-komunist etkileri, zaten tanidik olan cadi-avini tekrar baslatmis, kizil sacli cadilardan, kizil derililerden, kizil yildiza bir evrim gecirerek, tarihin ne kadar ilginc oldugunu bizlere kanitlamistir.

Ve devamlilik tarihin özüdür, tarih tekerrürden ibarettir geyigi de, burada bahsedilmek zorundadir.

!951 yilinda C. Nyby'nin The thing from another world, (bakiniz the thing, kurt russel) “the other” yani baska ötekini göstermis ve kendinden olani,olmayana karsi uyarmistir. The Other konusu cok derin bir konudur, baska bir yazinin konusudur. Bu filmle birlikte, McCarthy cok önemlidir burada, Space Operalar yerlerini, Invasionlara yavasca birakir olmuslardir. Space Operalar ve Invasionlar, az cok cetrefil bir bicimde, püriten kafali bir toplumun (püriten kisaca, calismayi en üst ideal olarak gören ve cok sert bir ahlak anlayisi olan, demek diye de aciklanabilir, protestan hristiyanlarin bir icadidir ve katoliklerle hic bir alakasi yoktur), yanlis davranislarina Tanri'nin verdigi bir ceza olarak algilanan olasil nükleer felaketten duydugu korkuyu dile getirdikleri gibi, bastirilmis korku, alabildigine histerik bir yansitmayla siyasal rakibin (komunizmin ve Rusya'nin – fakat sadece bu yillarda düsman sayisi azdir, daha sonra düsman sayisi cokca artacaktir, klingon olacaktir, hatta volkanli Spock'un milleti ( Mogol-türk ve cinli yansimalari) bile ilk baslarda cok dostane olmayacaklardir) somut varliginda sekillenmistir. The Thing from another world'de, filmin son mesajini kahramanimiz su mesaji verir: Keep watching the Skies ( gözünüzü göklerden ayirmayin – bu sözü biryerlerden tanir gibiyim, ama neyse, su anda konumuzla ilgisi pek yok), bununla rusya'dan gelecek istilacilari mi (yildiz savaslari projesi icin henüz cok erken), uzaydan gelecek belalari mi, yoksa Tanri'nin bir mucize isaretini mi beklememeiz gerektigi pek belli degildir, muglaktir.Bu yillarda kurgu-bilim filmlerinde kötü niyetli bircok ziyaretci dünyamizi ziyaret etmistir. Her birinin kendine özgü fantastik yetenekleri vardir ve yine bütün bu yeteneklere karsi – ister bilimadamlari (cogunlukla WASP) uzun bir deneme yanilma yöntemi sonucunda bulsunlar ya da ister doga dogrudan alien'lerin imhasini gerceklestirsin – bir panzehir mutlaka vardir. Kizil sacli cadimiz, kizilderilimiz ve kizil yildizimizdan sonra, kizil gezegen mars da burada cok ilginc bir metafor olarak karsimiza cikar. Ingilizcesi Red Scare olan Kizildan korkmak olarak cevirebilecegimiz bu olgu, It came from outer space (1953), Invaders from Mars ( 1953) ve 1977 cekimini belki tanidiginiz ( Donald Sutherland'li olan) Invasion of the Body Snatchers, hem komunizme hem de nazizme biraz tas atar. 1953 yili cok verimli bir yil olmustur, ve hemen sonra 1956 da Wells'in War of the Worlds ( Tom Cruise'un 21. yy versiyonu cok hosuma gitmistir) hikayesi film olmus, ve dinsel mesaj iceren kurgu-bilim filmlerinin en taninmislarindan biri olmustur. Ici bosalmis ( Body Snatchers vücudun icini bosaltirlar) ne demektir, dinsiz, ahlaksiz bir toplum, degersiz bir toplum demektir, bunun hangi kizil toplum oldugunu söylemeye sanirsam artik gerek kalmamistir.

Bu yillarda japon sinemasinda da bir KB hareketliligi vardir fakat tanimadigimiz sularda balik tutmanin kimseye bir yarar getirmeyecegi kanaatinde oldugumdan, bu konuyu es gececegim.

1960 lara da geldik. 1964 yilinda Robinson Crusoe on Mars filmi yapilmistir, Daniel Defoe'nun metnine özünde bagli kalinilmakla beraber, space opera olarak denenmistir. Gercek hikayedeki tehlikeli yamyamlarin yerini burada ucan dairelerle gezegene inen ve kölelerini ender bulunan madenlerde calistiran varliklar almistir ve bu kölelerden biri olan Freitag, kacip Robinson'a siginir ve dünyadan yardim gelene kadar birlikte Mars'in kötülerine karsi direnirler. Bu giris yapmak icin gereken bir filimdir ama bu yillarda en önemli filimlerden biri Dr. Strangelove, or how i learned to stop worrying and love the Bomb dur. Büyük usta Kubrick ,asil adi Red Alert olan romani, komedi olarak cevirerek, Peter Sellers (Pink Panther) i sanat dünyamiza kazandirmistir. Bu 60 larin genel karakterini, genel karakterin olusmasindan önce tasimistir, silahlanmaya karsi konmasi ve komunizmin artik cok cok kötü olmadigi bir dönemin isaretlerini vermistir. Bu yillarda (1962) Bruce Willis'in 12 Maymun filminin atasi olan,La Jetee filmi cevrilmistir. Zaman icinde yapilan yolculuk, hicbirseyin degistirilemeyecegi hükmüyle sonlanir. Sonra The Time Travellers ve Beyond the Time Barrier filmleri benzer Genre da filmle olmustur. Altmislarin sonunda cevrilen, 2001 A Space Odyssey filmi, üstad Kubrick'in imzasini tasimistir, ve 100 de 100 kült filim statüsündedir. Unutulmaz bilgisayar Hal ve 139 dakikalik filmin sadece 40 dakkasini alan konusma, filmi hatirlamak icin yeterlidir.

1968 yilinda yapilan, Maymunlar cehennemi'ni bilmeyen yoktur sanirsam. Pierre Boulle adli yazarin kitabindan uyarlanan filmin gidisati ve sonu tam olarak kitapla uyusmasa da, film KB in yüzünü agirtmistir. Kitap benim daha cok hosuma gitmistir.Serinin geri kalan filmleri ilki kadar ilginc olmasa da iyi is yapmis ve “efendi wasp” in facasini iyiden iyiye cizmistir.

1972 de yapilan Tarkowski'nin Solaris filmi (kitabini okudum ve cok sevdim) cok derin bir filim oldugundan, herkes anlayamaz, diyelim ve devam edelim. Bircok kisinin gibi benim de Dogum yilim olan 1973 yilinda, Masterlarin masteri John Carpenter, Dark Star'i yapmistir. Film 60 bin Dolara malolmakla beraber, kült üstü külttür. Dark Star, Dr. Strangelove ve 2001 filmlerinin bir sentezi gibidir. Buradaki parodi, türün o üstü örtük sömürgeci egilimlerine tas atmakla kalmamis, ayni zamanda makine mitosunu da bir güzel sarsmistir.

1975 yilinda David Bowie'nin oynadigi The Man who fell to earth filmi siradisi birdeney olarak kalmis, vahsi kapitalizmi de yererk aslinda görevini hakkiyla yerine getirmistir.

Tabii ki 70ler deriz de Star Wars demezsek, herkes kendine bir sorar, niye bu filmden bahsetmez Uzunbacak, diye. Tabii ki bahsedecegim bu film(ler)den .Duke-Luke, Darth Vader – Dark Father kelime oyunlari (ve daha bircoklari) ve Han Solo, Ben Obi wan Kenobi gibi biraz dogulu (asyali – bizler gibi), biraz arapcadan kelimelerle, Lucas bize modern Oryantalizmin en iyi örneklerinden birini vermistir. Bir oryantalist icin bir nevi derya olan film (serisi) aslinda baska bir yazinin konusudur. Film pozitif bir gelecek sunarak, o zamana kadarki kliseleri de biraz olsun yikmistir. Spielberg de buna cevap olarak, daha da bir pozitflesmis ve Close Encounters of the Third Kind filmiyle umut yaratmistir kurtulusa.

Sanirsam 80 lerden sonrasi en gencimize bile tanidik geleceginden, daha sonra yazacagim bir konu olarak kalacaktir. Tabii ki, Star Trek (cesitli versiyonlari) Space Opera olarak bizi 80 lerde, 90larda ve 2000lerde de takip ve bazen de taciz etmistir. Fakat bu dizi de bir özel denemeyi haketmektedir.

Bu arada belki bazilarimizin kesinlikle hatirladigi Ay üssü alfa'yi da saygiyla anman gerekecektir.

Simdi konuyu toparlamakta büyük bir yarar görüyorum:

Devamli uzayi, diger gezegenleri taciz eden WASP eninde sonunda Alien'lerin dikkatini cekmis ve bundan hicbir sekilde amused olmayan Alien'ler de ona gününü göstermek icin ellerinden geleni ardlarina koymamislardir. Fekat süper zeki, süper becerikli ve süper yakisikli (bu son özellik cogunlukla cok büyük bir rol oynamasa da, James Tiberius Kirk'e de hakkini vermek lazimdir. Bircok uzayli dilberin kalbini, -yollarda karsilastigi gavur dilberin kalbini kiran ve her zaman da ölümüne sebep olan Tarkan misali- kirarak, irkini en iyi sekilde temsil etmistir) WASP eninde sonunda isin üstesinden gelmeyi basarmistir. Muzafferdir. Ama 2000li yillarda da görecegimiz gibi, karismak kacinilmazdir Alien'le. Alienler diger Alienlerle de karisirlar. Globallesme diye de buna denir, diyebilirim. Ridley Scott'un Alien'i bile, insanla yüzgöz olmus, ortaklasa cocuk bile yapmistir. Fakat bu melez'lerin yasama sansi aslinda yoktan bile azdir. Simdilik.


Yazan ve derleyen: Uzunbacak Adem Ocak 2007