NEUROMANCER

Kaosta Bulunmuş Düzen

Oğuzhan Ersümer


Seksenlerin başında, birkaç parlak öyküsüyle henüz sadece bilimkurgu çevrelerinde tanınan William Gibson, dalgalanışını bugün de gözleyebildiğimiz bir bilimkurgu hareketi başlatacak ilk romanı, Neuromancer’ı yazmıştı (1984). Çerçevesi bu romanda çizilmiş olan bir edebi tarz ve onun yol açtığı harekete ise, “siberpunk” etiketi yapıştırıldı. Neuromancer yapay zeka, teknolojik beden dönüşümleri ve fütüristik araç gereçler gibi BK türünün birçok motifini yetkin biçimde kullanmıştı. Bununla birlikte romanın bilimkurgusal varlığı gotik, romantik ve fantastik hikayelerin yanısıra polisiye, gizem, kovboy ve mitik kahraman hikayeleriyle de yakın bir temas halindeydi. Bu temas, onun BK edebiyatının en önemli ödüllerini cebe indirişini engellememişti.

Roman, bilgisayar ağlarının her yeri kapladığı bir yakın gelecekte; dev kent Sprawl, Chiba, Amsterdam, Paris, İstanbul ve dünya yörüngesine bağlı bazı yerleşim bölgelerini içine alan küresel bir mekanda geçer. Ana kahramanı Case, siberuzayda en hızlı program kıran hackerlardan biri, yazarın deyimiyle bir konsol kovboyudur. Fakat hataların büyüğünü yapmış, patronundan çalmıştır. Bu nedenle, siberuzaya girişi, bedenine uygulanan bir takım yıkıcı biyolojik işlemlerle engellenerek cezalandırılmıştır. Siberuzayda yeniden bedensiz yolculuklar yapmak arzusuyla yanıp tutuşan Case’nin şansı, son derece tehlikeli ama hayır diyemeyeceği bir teklifle geri döner. O çok arzu ettiği yolculuğa çıkabilmesi için eski yeteneğine kavuşturulacaktır, ancak buna karşılık ondan, ölümlerden geçme pahasına, matrix’te zincirlenmiş bir yazılımı serbest bırakması istenecektir. Kahramanımız böylece, teknolojik sinir uçlarının karmaşık bağlarla ördüğü bir ağda, siberuzayda, karanlık entrikaların, plan içinde planların içine düşecek, aşırı veri yoğunluğunun yol açtığı yönsüzlükte yolunu bulmaya çalışacaktır.

Neuromancer evreninde gerçeklik, bir video klip görüntüsü gibi parçalara ayrılır. Rüya, uyuşturucu hayalleri, sanal gerçeklik, siberuzay, elektronik zihin kayıtları ve teknolojik yöntemlerle hafızadan çağırılan anılar bu gerçekliğin parçaları arasındadır. Belirsizlik ve paranoya, sözkonusu parçalanmışlığın doğal bir yan etkisi olur. Karşısındakinin gözlerini görmeye çalışan insana kendi görüntüsünü geri yansıtan aynagözlükler, bu evrendeki belirsizlik duygusunu arttıran aksesuarlardan biridir. Matrix orada dünyaya, aynagözlüklerin yaptığına benzer bir oyun oynamakta, ona kendi iç dünyasını yansıtmaktadır. Bu evrende doğa, tümden yeniden düzenlenmiş veya imha edilmiştir. Mesela Chiba şehrinde gökyüzü mavi değildir. Çünkü artık, bugüne dek sayılamayacak kadar çok alıntılanmış olan, kitabın o ilk cümlesindeki rengine bürünmüştür. Beden, bilimin en sevdiği yap boz oyuncaklardan biri haline gelmiştir. Biocerrahi elindeki bedenler her türlü protez, nakil, hormon ayarı ve kesip biçmeyle gerçeküstü bir tuvale dönüştürülebilmektedir. Neuromancer’da kent yaşamı, hızlandırılmış bir sosyal darwinizm deneyine benzetilir. Karakterlerin motivasyonu aşkın değerlerden çok güdüler, zorunluluklar ve kişisel çıkarlar tarafından belirlenmekte, deneye uyum göstermeyenler; dikkatsiz ve tembeller ölüm adı verilen şerefsizlik ünvanıyla ödüllendirilmektedir. Teknolojide hangi yerleşim bölgesinin yüksek seviyelerde dolaştığını ise, içlerindeki veri akışının yoğunluğu göstermektedir.

“Bilimkurgu, geleceği tasvir ederken bile yazıldığı günü anlatır” düşüncesinde olan Gibson, romandaki gelecek dünyasını bir tür naturalist bakışla, kahramanlarının dışsal ve içsel koşullarını sıkı sıkıya betimleyerek canlandırır. Stilistik ve şiirli anlatım, daha o ilk cümlede –iskelenin üstündeki gökyüzü, boş bir kanalı gösteren televizyon ekranı rengindeydi- kendini belli eder. Fakat yalnız bu cümleyle değil. Örneğin, “Freeside, bir genelev, bankacılık şebekesi, zevk kubbesi, serbest liman, sınır şehri ve kaplıcadır. Freeside, Las Vegas’tır, Babil’in cennet bahçesidir, yörüngesel bir Cenevre, uzun yıllardır süregelen bir ailenin, titizlikle arıtılmış endüstiriyel bir klan olan Tessier-Ashpool’un evidir.”

“Peki ya skor ne?” Böyle sorar Case romanın sonunda, macerasını tamamlamak üzere olmanın rahatlığıyla. Biz de şöyle soralım şimdi, ya Gibson’ın skoru ne? Bu konuda öncelikle şu ifade edilebilir: Yazar zorunlu bir reçete önermiyor. Öğretici olmayan bu tavrı, en açık şekilde teknolojiyi sunma biçiminde gözlenebiliyor. Öyle ki, teknolojiyi insan onda tıpkı oksijen gazı gibi soluyor. Yeteri kadarı yaşamsal, biraz fazlası sarhoş edici, aşırıysa öldürücü oluyor. Gerçekliği bütüncül bir yapı olarak gören Gibson’ın, bilincin tüm katlarını, yani altını üstünü tek bir havuzda birleştirmekteki ustalığını da onun genel skoruna ekleyebiliriz. Bunun yanında, metne “yazınsal büyük patlama” yakıştırması yapıldığı da hatırlatılabilir. Ancak, böylesinin gerçekten büyük bir patlama olduğu düşünülecek olursa, benzetmeyi bir çöp patlamasına indirgeyerek bu iddiayı biraz küçültmek mümkün. Evet, bir çöp patlaması. Çünkü bu metin, kültürel atıkların klişe çöplüğünden, patlamaya yol açacak kadar çok popüler motifi bünyesine katıyor ve yeni bir yazınsal tat böyle bir patlamanın alevinde kavruluyor. Hepsinden önemlisi, bir “büyük patlama” değilse de, kuşku götürmez bir yazınsal patlamanın sahibi olan bu siberpunk tanrısı, tıpkı Neuromancer’ın siberuzayında birleştirdiği yapay zekalar gibi, şu kaotik evrenimizde, bir roman aracılığıyla, bütünlük taşıyan ve gerçekten yeni olan bazı düşünce yapıları oluşturabiliyor. Hem sonuçta, “yazmak realitede bir mantık bulma uğraşı değildir de nedir? Kaosta düzeni aramak. Kendi realiteni kurmak. Kendi realitenle karşılaşmak.”* Gibson, asıl bunu başarıyor işte. Belki bir insanın ulaşabileceği en büyük skor... Anlam yaratıyor.

*David Cronenberg