AKLIN YOLU

Şu ışın kafesini neden kullanamıyormuşuz onu anlamadım. Sekizyüzbin yenilira ödenekle ışın kafesi yapmayacağız da ne yapacağız, pardon?

Bak kardeşim, bunlar eni konu teknik meseleler. Olmaz deyince anlamıyorsunuz, fotonikçiyi mi çağırıp anlattırayım şimdi, konuştuk olmuyormuş.

“Bilişimin parladığı anlar” da mis gibi olmuştu ama. Anti-katilin küçülerek sönen ışın kafesiyle sahnenin ücra uzay köşesine savruluşunda kopan çığlıklar, şahane bir şeydi. Ne sahneydi ama...

Halogram başka.. Halogram başka. Hani canlı oyun yapıyorduk, hani tiyatro tarihinin üç yüz yıldır bu anı bekleyen dondurulmuş ruhunu uyandırıyorduk. Capcanlı oyuna şimdi halogram mı sokalım.

Hayır canım, ucuz numaralardan bahseden kim, gerçeğini yapalım diyorum. O halogram parçası milleti telef etmişti, gerçeği kimbilir ne yankılar uyandırır. Değil mi ya?

Olmuyor güzel kardeşim. Gerçeği olamıyor. Işığı kaynağından salınca az gidip durmuyor işte. Bir sürü manyetik alanla karşı akımlar yaratmak falan lazımmış. Elektron bombardımanı altında rol kesecek kaç oyuncun var senin, şahsen bende bir tane bile yok.

Bende de yok. Tesla gibi bir tane adamım olsaydı şimdi, ne devrimler yapardık sahnede...

Geçelim efendim. Tesla yok, ışın kafesi yok. Biz uzaylıya dönelim. Merkezkaç fikri güzel, oyunun başından sonuna kadar adamımız tam merkezde duruyor, olaylar etrafında savruluyor.

Çok özgün. Harikulade.

Olay akışı belli, uzaylının gezegende ilk belirdiği an, savrulan olaylar, ele geçirilişi, savrulan olaylar, mahkeme ve idam.

İdam demek doğru mu? İdam edilemedi ki.

İdam edilemeyişi sırasında savrulan olaylar, nihayetinde uzaya döndürülüş, kısaca idam deyiverdim.

Ha, tamam. Nerden başlıyoruz? Şu idam kısmı çok zorlayacak. Olayları savurmak yani, adamın, pardon uzaylının, öldürülmeye çalışılıp öldürülemediği nasıl bir kareografiyle aktarılabilir seyirciye, kuramıyorum.

Kareografi daha sonraki iş. Zaten temada ciddi boşluklarımız var. Önce onları halletmemiz lazım.

Katılıyorum. En başta uzaylı var. Konseptimiz gereği bunu bir aktöre oynatmalıyız ama gerçeklere bağlı kalmak güç tabii bu durumda. Bir hayvana oynatsak? Boyutların gerçekliği açısından diyorum. Mesela bir şempanze.

Özel amaçlı hayvanlar koleksiyoncularından tam şempanze olmasa da benzer bir hayvan buluruz bulmasına da, sahneye sabitlemek konusunda sahibinden izin alabilir miyiz bilemiyorum? Zor iş. Belki bir çocuk. Ne dersin dostum, şöyle eciş bücüş bir şey bulabilir miyiz?

Kafes ne olacak kafes? Işın olmaz diyorsunuz, içi görünmeyen bir kafes olacaksa boşu boşuna uzaylı aramayalım. Sadece kafes. Kapalı kutu, yani muamma!

Ya kafes ya uzaylı diyorsan... Ama bize ikisi de lazım, ikisi de. Başta tabi uzaylı kafeste olmayacak. Sonra, kafese alınmasından sonra, kendisi nasıl görünecek? Görünmeyebilir, o da bir seçenek.

Olmaz, insanlar uzaylı görmeye gelecek. Kıyameti koparmak istiyorsan oyunun en canalıcı görüntüsünü gözden uzak tutamazsın. Şuna bir bak.

Gördüm. İğrenç.

Bu üzerindeki derisi mi, giysisi mi?

Bilinmiyor. Örnek alınamamış.

Bence giysi. Uzaydan çırçıplak gelmiş olamaz ya. Nasıl yapacağız? Bir insana bu kostüm giydirilebilir fakat görüntüsünü benzeteceksek, bir hayvanı bunun içinde tutamayız.

Maket kullanılamaz mı? Nasıl olsa kımıldamayacak ve konuşmayacak. Sadece duracak.

Olmaz. Başrol oyuncumuz canlı olmalı. Canlılığı olmazsa asla etkisi olmaz. Orada biri olmalı. Çünkü uzaylı oradaydı. O giysinin içinde yaşayan, istenci olan ve kendisine yaklaşan herkesi etkisi altına alan doğaüstü güçleri olan bir şey vardı. Seyirci varlığını hissetmeli.

Üzerinde göz olan giysi mi olur?

Gözler, tabii bu çok önemli. Gözleri seyirciye vermeliyiz.

Senin fotonikçi ne diyor?

Diyor ki, fotoğrafta böyle görünüyormuş çünkü bizim ışık spektrumunda böyle bir dalgaboyu yokmuş. Ama halledecek.

Nasıl?

Bize girdap hissi verecek şekilde dönen mor ve siyah bir ışıkoyunu hazırlayacak. Boşluk hissini, ürküntüyü yakalayacağız. Güzel, güzel, merak etme.

Halogram olmasın?

Değil. Üzerinde çalışıyor, gerçek olacak. Yani, aslına benzemeyecek tabii, ama zaten aslının neye benzediğini bilen kimse yok, en azından neye benzediğini anlatabilecek durumda olan kimse yok.

Bak o önemli. Vurgulamak için çok iyi bir anlatım bulmamız lazım.

Nasıl bir çılgınlık yapalım?

Bilemiyorum. Bir çeşit travma tabii. Bu güne kadar kurbanlardan düzelen olmamış. Ama bulgular sahne açısından çok çarpıcı değil. Şöyle bir izlek düşünüyorum: Uzaylıya ilk yaklaşan insanlar, dostça bir tavırla, hediyeler ve ikramlarla yaklaşacak, kadınlar ve çocuklar, ve aile babaları. Sade ve iyi insanlar, burada jestler önemli. Ve hepsi iletişime girdikleri ilk birkaç dakika içinde değişmeye başlıyorlar.

Bunu yapabiliriz, ağızlar çarpılır, gözler sabit bakar, robot adımlarıyla yürürler,o kısım kolay.

Evet bunu sahnede verebiliriz, canlı, neşeli, hayat dolu insanların zombilere dönüşümü. Olay gerçekte ilk altı saat içinde gerçekleşiyor, oyunun akışı içinde süreç belirlememiz lazım. Bence bu bölüm yirmi dakikadan az olursa gerçeklik hissini kaybedebiliriz, daha uzun olursa seyirciyi kaybedebiliriz.

Yirmi dakika iyi, dolduracak malzeme var.

Sonra sahne ağır ağır, fazla hissedilmeden boşalsın, güvenlik görevlileri aniden girsin, orada bir keskinlik yaratmak lazım. Dört taraftan birer panel ile yaklaşıp uzaylıyı kafese alacaklar. Gerçekte kurşun bir muhafaza kullanılmış. Tam yalıtımlı, altı santim eninde dökme kurşun levha. Uzaya gönderilişine kadar uzaylı bunun içinde kalmış. Yani onu bir daha gören yok. Ama biz onu kapatırsak, en büyük görsel unsurumuzu kaybetmiş olacağız. O yüzden sembolik bir kafes kullanalım diyorum. Uzaylı görünsün.

Görüntüden öteye geçilebilir. Salona kokusunu verebiliriz.

Hatta sembolik olarak sesini verelim.

Sesi yok ki?

Var. İçsesi var. Fısıltı ve hışırtı işeklinde insanlara onu hissettirmeliyiz. Şeffaf bir kafese koyar, kapatıldığı anda sahne merkezinde bir kontrast yaratıp gözleri vurgularız, kokuyu ve sesi keseriz. Böylece cam kafesin anlamı sembolik olarak dilsiz anlatım yoluyla yerleştirilmiş olur. Bunun gibi birkaç canalıcı gösteren bulsak, tiyotroyu kuru dilden kurtarmanın yolunu bile açabiliriz.

İçses ne anlatacak peki? İçsese kelime söyletmeden uzaylının çıldırtan mesajını da kitleye vermenin yolunu bulmak lazım değil mi?

Gürültünün müziği dostum, gıcırtının, takırtının, hışırtının müziği. Kelimelere ihtiyacımız yok.

Tabii ki, ama senin gürültün tıpkı korku veren müzik, gerilimli müzik, tehlike müziği , epik müzik, ve bunların içeriğini oluşturan her türlü ses gibi insanların önden koşullandırılmış hafızalarına konuşacak, ki bu seslerin her türlü kombinasyonu önceden kelimelerle, son derece kesin anlamlarla anlamlandırılmış. Uzaylını nasıl bir müzikle konuşturacaksın da oyunu dilden kurtaracaksın, buyur yap görelim?

Sırf uzaylıyla olmaz tabii, ama tüm oyuncuları dilsizleştirirsek bu kaydadeğer bir girişim olur. Burası önemli. Dilsiz bir oyun yapabiliriz ve yapmalıyız.

Ne demek dilsiz? Kelimeleri aşmak konusunda hemfikrim ama dili tümden reddetmekten bahsetmiyoruz değil mi?

Neden olmasın? Dili tümden reddedelim. Sahneyi dokulara, ışığa, şiirsel sessizliğe bırakalım. Hışırtılara ve kendinden geçişlere. Çılgınlığın bakir topraklarına terkedelim.

Peki olaylar? Onlar nasıl savrulacak?

Olaylar! Olay dediğin nedir ki? Kişilerin ve eşyaların çeşitli kombinasyonlarının bir eksende dizilimi. Sahneyi döndürelim. Soyut değil, somut bir merkezkaç. Ve uzaylı, çılgınlığın kalbi. Sessiz şiirimiz. Kurtarıcımız! Bunu yapabiliriz değil mi? Sahneyi görüntüleri savuracak hızda döndürecek para var! Sahnenin çevresini açar, karartılmış zemini minder kaplatırız. Heyecandan titriyorum üstad, başdöndürücü bir şey olur.

Ama o zaman asıl amaçtan sapıyoruz. Bu çok yoruma açık bir tema olur.

İstediğimiz de bu!

Cık. İstediğimiz hiç de bu değil. Daha doğrusu bizden istenen bu değil. İstediğimiz gerçek bir tiyatro. Gerçek herkes için aynı olan şeydir, yoruma açık değildir.

Yapma azizim. Gerçek diye bir şey yoktur ki.

Gerçek diye bir şey olmayabilir ama gerçek olduğu öne sürülen iddialar vardır, şimdi bu dil soyutlaması her şeyi baştan aşağı değiştiriyor. Ortada şöyle bir yadsınamaz gerçek var ki, bir uzaylı bu gezegende bizim kanunlarımızla yargılandı ve idama mahkum edildi. Şimdi sessizliğin şiirinin içinde suç nasıl gösterilecek? Kelimeler yoksa bir sanık neyle suçlanabilir?

Suçlanamaz. Sessizliğin şiirsel akışında delilik alevlendirilebilir, bu bir kriz olur, kaos olur, oyunun doruk noktasına kadar dönüş ve çılgınlık, birbirine ayak uydururcasına gitgide artar, artar, sonunda son hızla dönen sahne bu çılgınlığı savurur.

Tıpkı üstadın dediği gibi, oyun coşkusal ve aynı zamanda vebasal bir yokediciliği ve aynı zamanda saflaştırıcılığı temsil eder. Kötülük son kertede arınmaya ulaşır, kaotik dönüşün son hızında herşey savrulur, sahne boşalmış ve bir anlamda kurtarılmış olur, tam bir katarsis!

Seyircilerin başı döner, fenalık geçirenler bile olur.

Bir kere yaparız, sadece finalde...

Sonrası; sessizlik... Sahne karartılır. Sonsuz boşluk.

Evet, uzaylı artık boşluktadır. İnfaz gerçekleşmiş, ve bir anlamda da sonsuza dek gerçekleşememiştir.

En büyük kötülüğün ve yutucu boşluğun temsilcisi ve aynı zamanda kefareti bedeniyle ödeyen uzaylı, boşluğa karışır. Son derece mistik.

Ve gerçek.

Evet. Her şey böyle oldu gerçekten.

Peki anlaşılacak mı? “Odissea’nın binbirinci günü”nün akibetine uğramıyalım.

Bir içerik metni dağıtılabilir.

Haydaa! Dilden kurtuluş ne olacak peki? Teslim bayrağımızı savura savura savaşa gidişimizin resmidir!

Saçmalıyorsun gene azizim. Şimdi dağa savaş mı açalım? Dilsizliği öge olarak kullanmaya karşı değilim ama bu kadar sivri yaklaşımlar bizi batırır. Baştan beri anlamsız buluyorum bu çabayı zaten. Dilden kurtuluşumuz yoktur, bundan üçyüz yıl önce de yoktu, üçyüz yıl sonra da olmayacak.

Anlamıyorsun! Anlamıyorsun çünkü, çok üzülerek söylemek zorundayım, mankafasın. Bunun üç yüz yıldır beklediğimiz fırsat olduğunu, nihayet sanata karşıt salt mantığın en birincil silahının tahtından indirilmesi için ele geçen en muhteşem örnek olduğunu, çünkü bunun gerçek ve aynı anda metafizik bir vaka olduğunu görmüyorsun! Bu dili aşmak için ilk ve tek fırsatımız. Ve biz bu eşsiz temayı cümlelere boğarak bataklığın dibine göndermek üzereyiz!

Fakat tematik olarak...

Zrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr!

Bu ne?

Zil. Görevden alındık.

Ne diyorsun? Ne zili?

Boşalt zili. Projeden alındık. Ödeneğimiz düşürüldü.

Nasıl olur?

Bal gibi olur. Ya halogramcılara ya antropologlara kaptırmışızdır. Ya da kaydadeğer gelişme gösterememişizdir.

Valla düşünüyorum da bu defa kavramsal sakıncalar kapsamında inceleme öngörülmüş bile olabilir...

Ama... Nasıl?

Üzmeyin canınızı üstad. Zaten bizim toplumumuz bu tür radikal değişimlere hazır değil.

Evet, oluyor böyle şeyler. Müsadenizle ben kaçıyorum, onbeş dakika sonra tema sunumum var.

Endişelenmeyin canım, bu güne kadar incelemeye alınan hiçbir kavram resmi olarak sonuçlandırılmadı. Açık dosyaları üstüste koysak Ay’a asansör tertibatı kurmak gerekmezdi.

Aman tanrım. Derhal eve dönüyorum. Bu gezegende özgür sanat yapılamaz.

Dönemeyecek olursanız haberleşelim üstad, fikirlerinizden etkilenmemek mümkün değil.

Ne demek dönemeyecek olursam...

Herhangi bir sebeple demek istedim. Bürokratik engeller falan. Yanlış anlamayın.

Nasıl olur canım öyle şey?

Evet efendim, saygılar.

2005