Olumlu ve Olumsuz Gelecek Tasarımları

Şimdi, okuyan, ütopya ve distopia (veya anti-ütopya) kelimelerini tanıyacaktır. Ütopya sözcüğü Thomas More'dan kalan eski bir sözcüktür. Ben yeni bir tanımlama yaparak, yeni bir isim vereceğim. Gelecek tasarımları. Aslinda her KB eseri bir tasarimdir. Cogunlukla gelecegi tasarlarlar, yani gelecek KB'dir. Gecmisin tarihi varsa, gelecegin de Kurgu-Bilimi vardir.

KB ender olarak olumlu gelecek tasarimlari yapar. Olumsuz gelecek tasarimlari cogunlukta oldugundan, ben de onlarla baslayacagim. Bu yapitlar bize genelde tehlikelerden bahsederler ve bizlere, onlara karsi koyma bicimlerini ve yollarini ögretmeye kalkarlar. Ilginc olan ise (aslinda hic de ilginc degildir ama, böyle yazdigimda okuyanin ilgisi artmis oluyor) bu korkularin ve tehlikelerin kökünün zamanimizda yattigidir. (Zeitgeist ve KB demistim)

Bu yapitlarin bir ortak özelligi de, yapittaki kahramanin yerine gecmek istemeyesimizdir. Kahraman acinasidir ve ruhsal ve duygusal yönden yoksundur.

Bu KB türünde ilk dikkatimizi ceken yazar, Wells'dir. War of the Worlds'deki Invasion, The Island of Dr. Moreau'daki mutasyona ugramis insanlar, The Time Machine'deki gittikce kötülesen gelecege olan yolculuk (ilk cekilen filmi daha iyiydi), The World Set Free'deki atom enerjisi tehlikesi, ve The Star filmindeki carpisan uzay cisimleri (bunlardan birisi dünyamiz). Hepsi olumsuz gelecek tasarimi'dir. Bir nevi bir mazosist bir yazardir Wells.

Simdi tarihceden biraz ayrilip (tekrar dönecegim) bir diger anakonuya geleyim. Gelecekteki dünyamizda (dünyalarda) en cok korkulan, uniform-lasmadir. Tek forma girmek/giymek olarak cevirebilecegimiz bu kelime en cok korkulan, özgürlüge en cok ket vuran seydir. Bireysellesmenin hic hazetmedigi birseydir. Dünya ya komunistlesmis ve insanlar hissiyatsizlasmis köleler olarak yasamaktadirlar ya da nazi-lesmis (yine hissiyatsizlasmis) tektip insanlar diger tektip insanlara hükmetmektedirler. Son zamanlarda cevrilen Action icinde KB filmi olan The Island filminde de bu uniformlasma görülür. Eski filmleri pekiyi bilmeyenler, bu filmi örnek olarak alabilirler. Veya Slider dizisini taniyanlar, kötülerin nazilere benzedigini inkar edemeyeceklerdir. Veya en iyisi de simdi ismi aklima gelmeyen, Sly Stallone, Nürnberg dogumlu güzel Sandra ( Never mind the) Bullock(s) ve Blade'in ( bu isme de yakinda deginecegiz) karizmatik canlandiricisi Wesley Snipes'in oynadiklari gelecek tasarimidir. Bu filmde toplumu yönetenler uniforma icindedirler ve „gercek özgür“ -all-american- kahramanlari ( ki bu kahramanlar fare etinden hamburger yapip yiyecek derecede garibandirlar) yoketmek istemektedirler. Star Wars'daki uniformlasma da nazilesmeye karsidir. Kuzey Amerika ve Bati Avrupa kültürünün ana düsmanlari, naziler ve komunistler böylece seytanlastirilmislardir.

Bir diger olumsuz gelecek tasarimi da „doomsday“ dir. Yani kiyamet günüdür. En önemli temsilcileri de Terminatörler ve Mad Max'lerdir. Teminatörde Doomsday engellenmeye calisilsa da, Mad Max'de olan olmustur. Insanlar bir nevi tasdevri insalari gibi yasamaktadirlar. Arabalarinin benzini hic eksik olmasa da, Kevin Costner'in Waterworld'ünden daha gercekci bir kurgudur ve ondan 1000 kat daha iyidir. Mad Max dizisinde (sosyal) Darwinizm almis yürümüstür. Bu sosyal darwinizme de bir ara el atmak lazimdir.

Maymunlar Cehennemi olarak tanidigimiz (eski filmlerin ilki, son filmden cok daha iyiydi) Planet of the Apes de bu kategoride anilasi eserlerden biridir. Korkulan “uniforma”lasmis “diger” den korkudur. Ayaklar bas, baslar ayak olmustur ve bu da su anda yöneten sinif olan WASP in en büyükkorkularindan biridir. Korkunctur.

Bu kadar iyi filmden sonra tabiy ki John Carpenter Efendimizden bahsetmesem olmayacaktir. Olumsuzlugun, ana dokusu olan “ Escape from LA” ve “Escape from New York” filmlerinin karizmatik kahramani (aslinda gizliden gizliye anti-kahramandir) Snake Plissken hep istemedigi halde kahraman olacaktir. Aslinda cok domestik olan (anti) kahraman hep katakulliye gelerek, (kackere alaya alinip, tuzaga düstügünü saymayacagim) istemedigi maceralara atilacaktir. Simdiye kadar, basta da belirttigim üzere hic kaderine ortak olmak istedigimiz bir (anti)kahraman yoktur. Aslinda, John Carpenteri görsem soracagim soru, yilan Plissken'in niye tek gözlü oldugudur. Ama bunun su andaki yaziyla uzaktan yakindan bir ilgisi yoktur. Snake Plissken'in dis görünüsü aslinda önemlidir benim icin, cünkü sac stili, metin ali feyyaz zamanlarindan kalma, sag bek sac modelidir. Seksenleri sanki geri getirmek ister gibidir. Bu filmlerin ortak yani politik anlamda daha cok sola kaymasindadir. Bu Carpenter siyasi tercihinden kaynaklanir. They Live adli filminde (baska bir yazinin konusu) bunu daha acik ve secik sekilde söyler. Fakat burada amerikan halkinin politikadan nefret emesinin de yansilarini buluruz. Carpenter'in filmleri “herzaman oldugu gibi” bir harikadir. I love this game sözü bu filmlerin ikincisinde ayri bir anlam kazanir.

Bir diger olumsuz gelecek tasarimi ise insanin insanligini ve yarattigi kültürü ve medeniyeti unutmasidir. Buradaki en taninmis yapitlar, Fahrenheit 451 ve 1984'tür. Bunlara benzer bir tema olarak da – batinin bireysellesmesi – karsiti olan A Clockwork Orange'dir. Burada nazi sembolleriyle süslü bir karsi grup vardir kahramanlarimizin karsisinda. Kahramanimiz Alex yakip yikan, döven asagilayan, kural tanimaz bir kisilige sahiptir. Kendinin ve arkadaslarinin en büyük zevkleri orda burda hir cikarmaktir. Ama birgün yakalanir ve beyin yikanmasina maruz kalir. Beethoven müzigi esliginde yikanan beyin, Alex'in kendini yumusak bir narenciye gibi hissetmesine yol acar. (Narenc arapca bir kelimedir ve bati dillerindeki orange kelimesinin atasidir).

Bu arada film hristiyan ögretisini de sorgular. Bu kadar kötü olan Alex de sevilmeli midir, bu mümkün müdür ?

Fahrenheit 451 ise biraz daha sig bir eserdir. Kahramanimizin ismi bir Alman ismidir. Montag, haftanin baslangici olan Pazartesi'nin almancasidir. Montag birseylerin baslangici olmalidir. (Benim de ismim olan Adem, cogu filmde hep baslangic metaforu olarak kullanilmistir). Kitapyakan bir itfaiye-eri olan Montag, gizlice kitap okumaya baslar, kurallari yikar ve kendine yasayan kütüphanede bir yer bulur. Film Kitap yakan Nazilere tabiy ki en büyük göndermeyi yapar. Filmde benim dikkatimi ceken bir yer daha vardir ki, aslinda gittikce hizlanan dünyaya uyum olarak okunabilir. Bu kurmacada durmak yasaktir. Cünkü insan durarsa düsünebilmeye zamani olabilecektir. Bu da istenmeyen bir durumdur. Fakat bu yeni bir düsünce degildir. Türkler bu konuda zaten taninmis tezlerin yaraticilaridir. Bir türkün kafasi mutlaka durularak yapilmasi gereken yerde calismaktadir. Bunu atalarimiz coktan sezmislerdir.

Düsünceye vurulan/vurulacak gemleri konu alan Bradbury'nin tanimladigi bu vizyonlar gercek olmaya gittikce yaklasiyor. Büyük reklam panolari ve tek rayi olan hafif rayli sistemi öngören Bradbury'yi de burada saygiyla anmak gerekir kanaatindeyim. Hazir F harfindeyken, Fortress filmine kisa deginebiliriz. Bu film de bir olumsuz gelecek tasarimidir. Cin Halk Cumhuriyeindeki kuralin aynisi olan, bir cocuktan daha fazla cocuk yapamazsin kuralini isteyerek veya istemeyerek (bu acikliga kavusmaz) kirmak isteyen Brennick cifti sucüstü yakalanir. Sinema tarihine “en güzel gözlü erkek” oyuncu dalinda onlarca oskar alabilecek oyuncu olarak gececek(gesmis) olan Lambert Christopher ise öyle cabuk pes edecek gibi degildir. Ailesi icin sonuna kadar savasir ve tabiy ki esinin de yardimiyla, onlarin rüyalarini ve düsüncelerini kontrol eden sistemden kendini ve ailesini kurtarir. Yapit aslinda türdeki klasik örneklerden biridir. Sadece politik mesaj verme derdi vardir. Böyle bir gelecek istenmez. Insanin insanligini kaybetmesi istenmez. Sonucta iyiler kazansa da, gelecegin kötü olacagi gercegi degismez. Yanlis hatirlamiyorsam dogan cocuk-Brennick da Isa gibi bir ahir benzeri biryerde doguyordu.

1984 ise tamamen karamsar ve ne yaparsan yap, kurtulamazsin seni bekleyen kaderden, tadindadir. Big brother is watching you cümlesi de bu yapittan alinmadir ve en kalitesiz ve seviyesiz,geyik yapitlarin dogmasina sebebiyet verdiginden, üzerine yorum yapmayacagim.

Bu derinlikten sonra biraz daha siglasarak, Judge Dredd filmine gelebiliriz. Judge Dredd'in dünyasi cok sevimsizdir. Herkes herkesi öldürmek ister. Simdiki durumun eyleme gecirilmis seklidir. Bu filmden aklimda kalan tek sey Rico'nun (Armand Assante) biladeri Dredd'e (Sly Stallone) ölmeden kisa bir yüre önce söyledikleridir. Söyledigi hersey dogrudur. Simdi sizlere ne söyledigini tam olarak veremsem de, hayat üzerine yaptigi konusma, Blade Runner'daki hayat üzerine konusmalara benzer ama onlardan daha sigdir. Kahramanimiz her zamanki caresizdir ve prensip ugruna biladerinin ölümüne sebep olacaktir. Oysa ki, onu da biladerini de yaratan ayni sistemdir. Ama sistemi biraz olsun elestiren ve ona soru soranlarin sonu hic degismez.

Benim burada, beni duygusal yönden cok etkileyen bir filmden bahsetmem gerekecek. Logan's Run filmi, seyrettigim ilk KB filmlerindendir. 1976 senesinde yapilan film, bircok filme örnek olusturmustur. Filmde dünyanin geri kalanindan koparilmis, izole edilmis bir toplumdan bahsedilir. Sanirsam kaynak yetersizliginden, orada yasayan herkes 30 yasina geldiginde öldürülür. Buradaki herkes, ölünce tekrar dirilecegine inanmistir, bu yüzden güle güle ölüme giderler. Bazisi ise, bunun ardina yatan gercegi tahmin ettiginden, postu ucuza vermeye niyetli degildir. Iste bu “kacak”lari yakalayan Michael York da, kacinilmaz sondan kurtulamayacaktir. Bunun üzerine kendisi de bir kacak olur. Bu gibi olumsuz gelecek tasarimlarinda önemli olan, yeni toplum nasil olmalidir veya bu sistem nasil ayakta kalmalidir sorularidir. Harry Harrison'un Soylent Green'inde ise ölen insanlardan daha iyi yararlanilmistir. Ölenlerin etlerinden köfte yapilmaktadir. Filmde dikkati ceken ve beni yipratan sey bir domates ve et parcasina abartili ilgidir. Polis Thorn (Charlton Heston) din-siyaset-firmalar ücgeninde aradigi cevaplari öyle kolay bulamaz. Film aslinda bu yazida tanimladigimiz filmlerin hepsinden daha gercekci bir tasarimdir.

Blade Runner da bu kategoriye giren filmlerdendir ve benim en cok sevdigim filmlerden bir tanesidir. Kitabini da okudum, fakat söylemeliyim ki, film benim daha cok hosuma gitti. Yönetmen Ridley Scott (Alien) tabiyki ustaligini konusturmustur. Filme gelince: Harrison Ford hic de uzakta olmayan bir gelecekte, 2019 senesinde, yasakli androidleri (replikant, copy) avlar. Bladerunner'in anlami bicak-sirti veya göt-alti bir hayat süren anlamina gelebilir. Eski Britanya'da sanirsam polis memurlarina verilen isimdir. Judge Dredd'deki polis, yargic ve cellat üclemesi yerine burada polis, dedektiv ve kafa avcisi üclemesi yaratilir. 3 neden hep sihirli bir sayidir? Cünkü hristiyan kültüründe 3'lü olan hersey kutsaldir. Bu deyis, hristiyan ülkelerde taninan bir deyistir. Ücleme herseye, daha önce sahip olunmayan bir kutsallik verir. Film Noir (Kara film) türündeki bu filmde yagan yagmur ve karanlik, hastalik, (metusalem hastaligi denen, cabuk yaslanma hastaligi ve 3ncü erkegin suratindaki cicek bozugu, filme daha agir bir atmosfer kazandirir) filmin ana konusunu öylesine etkiler ki, kasvet filmi cok ciddiye almaniza sebep verir. Filmin en önemli özelliklerinden biri yasami laiklestirmesidir. Yani dinden ayirmasidir. Tanrisiz ve yeni tanrilarla bir yasam yaratma ve yoketme olasidir. Karakter Deckard tipik olarak özenilecek bir insan degildir. Hissiyatsiz, acimasiz ve soguk biridir. Bu onu gelecek nesillerin, kaybolmus neslinin bir nevi atasi yapar. 4 seneyle sinirli olan yasamlariyla androidlerin aslinda bizden cok az farki vardir. Bizim insanlarin da, sinirli bir hayati vardir ve bunu kimse degistiremez. Görüldügü üzere film hayatin anlami nedir geyigine girip, bir daha da cikamaz.

Burada kisaca X-Files dizisinden de bahsedebiliriz, tamamen KB olmasa da, bazen cok fantastiklesse de dizi benim cok severek izledigim bir dizidir. Sempatik Scully ve Mulder bize dünyamizin kac bucak oldugunu gösterirler. I want to believe cümlesi de hafizalara kazinmistir bu diziden sonra. Yakin gelecekte, uzaylilarla anlasan bir grubun kontrolü elden kacirmasi üzerine, dünyamiz cehenneme dönmeye baslamistir bile. Bunu durdurabilecek herhangi bir güc kalmamistir ve Invasion ( gecen yazimin konusu) baslamistir.

Bu kadar olumsuz gelecek tasarimlarindan sonra, biraz da Happy End olsun diye olumlu tasarimlara gelelim. Star Wars'in adi olumsuz olan Death Star gemisinden gelse de, film umut veren bir anlatiya sahiptir. Düsmanlarin her koldan üzerine geldigi Luke Skywalker ve arkadaslari Han Solo, Ben-Obi-wan-Kenobi ve hemsiresi Lea ve babasinin biraraya getirdigi iki robot (yani anlasilacagi üzere herseyden yararlanilarak olumsuzluga karsi koymak) amaclari olan ,herseyi olumlu yönde cevirmeye muvaffak olacaklardir. Burada politik olarak okunacak cok önemli bir nokta vardir. Filmi benim icin daha ilginc halegetiren nokta, (Nazilesmis) Imparatorlugun baskici rejimine karsi, demokrasinin temsilcisi Prenses Lea (Hem demokrasi hem prenses nasil olur demeyin, örnegin Hollanda'ya veya Danimarka'ya bakin) ve kural tanimaz Han Solo ile karsi cikan, bilmeden soylu Duke Luke'un savasidir. Kuraltanimaz Han Solo ile ahlakci Lea ayri dünyalarin insanlari olsalar da, birbirlerine saygilari sonsuzdur ve Han Solo erkelerin arasinda sansli olanidir. Luke o kocaman galakside bula bula kiz arkadas diye kizkardesini bularak, lotoda jackpotu kazanmanin bile milyarlarca kat daha zor olan bir isi basarir.

Olumlu gelecek tasarimlarinin ve yazimin son örnegi olan Star Trek'e gelmis bulunuyorum. Star Trek'i zamanlara ayirmadan inceleyecegim. Yani Kirk, Picard, Janeway komutanlari en azindan bu yazimda biraradaylarmis gibi yazacagim.

Star Trek ilk defa Eylül 1966'da tvlerde gösterime girdi. Uhura'nin, yani bir zenci'nin bu dizide oynamasi, güney eylatlerini protestosuna carpti. Güney Eyaletleri (The South will rise again) irkciligin yogun ve aktüel oldugu yerlerdir ve bu yüzden bu WASP lar ve WASC lar – white anglo-saxon catholics – bir zencinin bir beyazla ayni göz hizasinda bulunmasini istememislerdi. Ama James Tiberius Kirk bu tabuyu coktan kirmisti. Bir beyazin, bir siyahi öptügü ilk filmdir Star Trek. T. Kirk, Uhura'yi öperek, bu dizinin ana cizigisini vurgulamisti. Dizi cok önemlidir, cünkü bircok kültürü icinde barindirir, Rus'u, Japon'u ve hatta Afrika'lisi Beyaz Insanla ayni Stage'de at oynatabilmektedirler. Bu dizide kesinlikle en cok göze carpan, Amerikan toplumundaki seksüalitenin cok iyi bir sekilde izlenebilmesidir. Mini etekli -disi- Uhura yerini, pantolon giyen, erkek gibi davranan kadinlara birakmistir. 7 of 9 bile seksüelligini üniformasinin altinda gizler. Hep patlamaya hazirmis gibi olan cinselligi, hep kontrol altindandir. Riker biraz olsun cinsellikten haz alsa da, Janeway ve Chakotay'in asklari bir lise flörtünü animsatir. Gerci bu isin uzmani degilim ama, Amerikan toplumunun cinsel ve dinsel yönden hep daha cok kapanmaya basladigini düsünüyorum. Steril yerlerde, steril asklar yasayan halk, tabii ki kahramanlarini da böyle görmek isteyecektir. Önemli olan Gene Roddenberry'nin bu karakterleri yaratirken ki amacidir. Diger WASP ve WASC'larin tersine, Gene kültürler catismasini, kültürlerin beraber yasamasiyla birlestirebilmistir.

Bu her acidan cok önemlidir. Seyredenlerin dünyaya baska bir gözle bakmalari amac edilmemisse bile böyle bir etki yaratilmistir. Yine de tabiy ki Beyaz Adam üstündür, digerlerine cocuklarmis gibi davranarak, iyiyi dogruyu ögretmek istemistir. Ama en azindan irkcilik cok yumusatilmistir. Bu da az görünen bir olgudur. Sonucta gelecek o kadar da kötü degildir ama gecmis gibi tekerrürden ibarettir.

Ha bu arada Fransiz Picard'in emri altinda calisan, Geordi La Forge, 1977 yilinda Kunta Kinteyi oynamistir.

Yazan ve derleyen : Nam-i Diger Uzunbacak Adem Subat 2008